Gün O Gündür


Banu Avar'ın neredeyse bütün kitaplarını okumuş, yazılarını ve web sitesini olabildiği kadar takip etmeye çalışan biri olarak diyebilirim ki Gün O Gündür standart bir Banu Avar kitabı olmuş. Her zaman kullandığı sert uslübu derin bilgi birikimi ile birleştirip doğru bildiklerini bir kez daha haykırmış bu kitabında da.

Kitaptaki yazılar son 2-3 yıl içinde http://www.guncelmeydan.com sitesinde yayınlanan yazılarından oluşuyor. İşlenen konular da sırasıyla 12 Eylül refarandumu, Wiki sızıntıları, Amerika yapılmaya çalışılan Wall Street'i İşgal Et gibi muhalif hareketler, tabi ki Suriye olayları ve Türkiye ile dünyanın genel görünümünden oluşuyor.
12 Eylül referandumu öncesindeki düşünceleri ve sonrasındaki sonuç yorumlamasında, aslında referandumdan Hayır çıkması gerektiğini ama Evet'in etik bir şekilde çıkmadığını ve bunun kısa vadede Türkiye'de birçok soruna zemin hazırlayacağını iddia eden Avar hayır oranının da bir umut olabileceğini söylüyor. Wiki sızıntıları ve Amerika'daki muhalif hareketlerin aslında karşı çıktıkları kurumların ve kişilerin lehinde davranışlar olduklarını, bunlara inanılmaması gerektiğini ve bu hareketlerin aslında dünya üzerinde geçerli olan bir kötüye gidiş sebebiyle insanlar üzerinde oluşan kötü havanın dağıtılması amacıyla yapılan gazını alma hareketleri olduğunu belirtiyor. Bu açıklamalarındaki en büyük dayanak noktasını da ilgili hareketleri planlayan ve yöneten kişilerin geldikleri yerler ve ilişkide oldukları kurumlar olarak belirtiyor.

Arap Baharı kapsamında yapılanları belki de en doğru şekilde analiz edebilecek kişilerden biri kariyeri boyunca Orta Asya, Balkanlar ve Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada adım atmadık ülke bırakmayan Banu Avar'dır. Tunus, Libya ve Mısır'da yaşananları bir tiyatro sahnesindeki oyuna benzeten Avar yapılanların belirli güçler tarafından yıllardır tekrarlandığını sadece kişilerin ve ülkelerin değiştiğini belirtiyor. Gönderilen kişilerin zamanında o koltuklara nasıl geldiklerini, o noktalara gelebilmek ve oralarda kalabilmek için ne gibi bağlantılarını olduklarını gösterdikten sonra bulundukları yere aynı şekilde gelmiş kişilere de kısa vadeden neler yaşayabileceklerini göstermek istiyor. Ve bu kapsamda kitaptaki ağırlığı Suriye konusuna ayırıyor.

Suriye'nin içinde bulunduğu durumdan çıkamamasını orta vadede İran, Rusya, Çin ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu Avrasya coğrafyasının sonunun başlangıcı olacağını, bu durumun gerçekleşmesi için destek veren Türkiye'nin çok yanlış yaptığını (ki bu düşüncelere katılmamak mümkün değil) ama Suriye'nin de kendi tarafında olanlardan aldığı destekle ayakta kalma çalışmalarından ayrıntlı bir bahsediyor. Daha sonrasında kitap Türkiye'nin günümüzde içinde bulunduğu komşuluk ilişkilerinin Atatürk zamanında ne şekilde olduğunu anlatan bölümle sona eriyor.

Burada kitap haricinde konunun geneli hakkında değinmek istediğim birkaç nokta var: Banu Avar yazılarında gerçekten sert bir uslüp kullanıyor. Bu belli noktalarda okuyucu rahatsız edebilir. Fakat diğer taraftan sert olarak söylediği bir şeyin nedenlerini sıralamaya başladığında(bu konuyla ilgili bir kişinin nasıl bir demeç verdiğini, yabancı basında çıkan bir yazının içeriğini vb.) aslında tarzının zaten bu şekilde mi olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Çünkü sahip olduğu bilgi birikimi ve bildikleri arasındaki bağlantılar onu bu yönde davranmaya itiyor olabilir. Örnek vermek gerekirse, Türkiye'de tarımın daha verimli yapılması için bazı sosyal projeler üreten bir vakfın veya yine Türkiye'de belli rahatsızları olan insanlara çeşitli şekillerde yardım faaliyetleri düzenleyen bir kurumun aslında dış güçler tarafından idame ettirildiğini, yapılanların göz boyama amacıyla yapıldığını olayın arkasındaki gerçeklerin görünmesi gerektiğini belirttiğinde o çalışmaları olumlu olarak niteleyen insanlarla arasında ister istemez bir uyuşmazlık oluşuyor. Söylediklerinin nedenlerini bilmeyenler veya bilip de emin olmayanlar tarafından dışlanan bir durum içine düşebiliyor.

Daha önceki birçok yazısında olduğu gibi bu kitaptaki birçok yazısını da umut verici şekilde, Türk halkının genetik mirasına ve geçmişindeki Kurtuluş Savaşı tecrübesine dayanarak aslında iyi günlerin yakında  olduğunu belirterek bitiriyor. Kendi kendime; bir gün bir söyleşisinde kendisine soru sorma imkanım olursa bu iyi niyetli yaklaşımı nasıl edindiğini, gerçekten böyle mi düşündüğünü yoksa sırf insanları gaza getirmek için mi bu şekilde söylediğini planlamıştım. Kitaptaki bazı yazılarında da belirttiği gibi; konuyla ilgili birçok mesaj aldığını ve mesajlarda "Söylediklerini biliyoruz ve bu yüzden seni tutuyoruz orası tamam, ama sen ne yapılması gerektiğini söyle" gibi ifadeler olduğunu belirttikten sonra belli yerlerde bu çözümü hızlı bir şekilde halk tarafından bulunmasını söylemenin yanında bazı yazılarında da Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gibi yerel bazı örgütlenmelerin kurulup daha sonra birleşerek güçlü ve tek bir yapının oluşturulması gerektiğini belirtiyor. Objektif olarak genel duruma baktığımda aslında bu iyi niyetli beklentisinin gerçekleşme ihtimalini pek mümkün görmüyorum. Ama kitabın sonunda paylaştığı fotoğraflarda görüleceği üzere Anadolu'da köy ve ilkokul gibi en küçük birimlere kadar giden ve oralardaki halkın nabzını tutan birisinin düşünceleri için de "Elbet bir bildiği vardır" şeklinde düşünülebilir.

Bakalım kısa veya orta vadede veya geç olmadan Banu Avar'ın "İşte bu! " diyebileceği bir oluşum ortaya çıkabilecek mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ortalamanın Sonu

Çocuk Aktivite Merkezleri

Can Yayınları-Mini Kitap Serisi